Babalar

   Başlık elbette farklı yönlerin izahına müsait, ancak burada bu başlığı Çokçapınar köyünün çevresindeki tarihi mekân adı olarak ele alacağız.

   

            Bozüyük Çokçapınar köyünde “Babadüzü” mevkiindeki tepenin uç noktasında, rakımın 1300’ü gösterdiği uç noktada, tepenin etrafını çepeçevre saran ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanılmış İstihkamların ortasında üç adet mezar vardır.

            Bugünlerde, Babadüzü ya da Babalar mevkiinin Baba Mezarları ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanılmış istihkamları gündemde. Bu bölge, tarihi açıdan araştırılıyor. Çokçapınar Köyü Muhtarı Ahmet Tam’ın müracaatı üzerine Arkeologlar bölgeyi incelemeye almış durumdalar. Yapılan incelemeler sonucunda bölgenin Sit Alanı olarak koruma altına alınması gündeme gelebilir. Bölge iki ayrı yönden de incelendiğinde bugüne kadar değerinin göz ardı edildiği ya da dikkatleri çekmemiş olduğu aşikar.

Babadüzü” bir yönüyle bizi alıp tarihi olarak bölgenin ilk fetih yıllarına götürebilir. Çevreye hakim tepeden etrafa bakarken, Ertuğrul Gazi ile gelen göçebe Türkmenlerin çadır kurdukları yerleri hayal edebilir, davarlarının ve şahlanan atlarının yayladığı otlakları seyredebilirsiniz.

Ya da tepenin etrafındaki istihkamlara adımınızı atar atmaz alır sizi Kurtuluş Savaşı’nın feryatları arasına götürüverir. İstihkamlardan çevreye baktığınızda, bulunduğunuz yerden hangi bölgelerin gözetlenebildiğini anlamaya çalışırken, sizi yurdunuzdan koparmaya gelen Yunan zaliminin attığı bir kör kurşunun yanınızdan vızıldayarak geçivereceği hissine kapılabilirsiniz.

Babadüzü ya da Babalar mevkiini hangi yönden ele alırsak alalım, mistik özelliğini ve tarihi dokusunu koruma altına almamız gerekiyor. Bilecik Müze Müdürlüğü Arkeologları tarafından ön inceleme yapılmış durumda. Bölgenin durumunu Eskişehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun belirlemesi ve gerekli kararı vermesi gündemde.

Kurtuluş Savaşı sırasında açılmış ve kullanılmış istihkamların durumu başka bir çalışma konusu olsun. Bu başlık altında bölgeye adını veren Baba’ların kim veya kimler olabileceği hakkında fikir edinmeye çalışalım.

Bugün mezarlar belli belirsiz. Etraflarında düzgün örülmüş bir duvar veya mezar taşları mevcut değil. Çocukluğumdan beri her mezarın etrafında birkaç sıra taştan kuru örülmüş bir duvar bulunduğunu, çobanlık yaparken o bölgeye geldiğimizde mezarları ziyaret ederek dualar okuduğumuzu, dağılan duvar taşlarını toparlamaya çalıştığımızı hatırlıyorum.

Bu üç mezarda yatan şahısların kim oldukları, nereden geldikleri, neden bu dağın başında mezarlarının bulunduğu, uzun zamandır benim için merak konusudur. Kesin olmamakla birlikte, mezarlarda yatan “Baba” ların, Selçuklu''dan Osmanlı''ya geçiş dönemlerinde bölgenin Türkleşmesi tarihlerde bölgeye gelen Alperenlerden oldukları tahmin edebiliriz. Aşağıda biraz daha detaylı ele alacağımız, bölgemizin fütühatında rol almış derviş gazilerimizin her biri bir dağ başında yatıyorlar. Nicelerinin adı hatta mezar yerleri bile belli değil.


            Son 30-40 yıldır Çokçapınar köyünde yağmur duasına çıkıldığı bilinmiyor ancak 1950 ve daha önceki doğumlular, köydeki yağmur duasının bu Baba mezarları yanında yapıldığını hatırlıyorlar. Köyümüzü kuran dedelerimiz ise buradaki Baba mezarları başında yağmur duasına çıkmasını çevremizdeki Dodurga, Erenköy ve Eceköy ahalisinden öğrenmiş olmalıdırlar. Çevremizdeki bu yerli köylerin ataları, bu mezarlarda yatan şahısların kimlikleri hakkında bilgi sahibi olmasalardı, onlar da atalarından öğrendikleri gibi onların evliyalardan, gazi dervişlerden, alperenlerden olduklarını, Allah katında sevgili kul olduklarını kabul etmeselerdi yağmur duasında Allah’a el açmak için onların mezarları başlarına gitmezlerdi diye düşünebiliriz. (1)

            Çokçapınar köyü, Dodurga, Erenköy, İnönü ve Bozüyük civarlarının nasıl vatan haline geldiğini anlayabilmek için tarihine bir yolculuk yapmak lazım.

Orta Asya’dan batıya doğru Türk göçleri binlerce yıldır hiç bitmemiştir. Moğol istilası öncesinde, 1071 Malazgirt Zaferinden önce Anadolu ve Avrupa’ya Roma İmparatorluğu hakimdir. (1) Roma İmparatorluğu M.S. 395’te Doğu ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldıktan sonra Eskişehir ve yöresi Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırları içinde kaldı. Dorilaion (Eskişehir) kenti de bu dönemde onarıldı. Doğudan gelen Arap akınlarıyla şehir defalarca işgal edildi. (2)

            Malazgirt Zaferi’nden sonra Büyük Selçuklu Sultanlarının yakın akrabalarından olan Kutalmış oğlu Süleyman (1075-1085) 1075’te başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu Devletini kurdu. Eskişehir daha Süleyman Şah zamanında bir yol kavşağı olarak önem kazandı. I. Kılıç Arslan zamanında I. Haçlı ordusu İznik’i işgal edince Kılıç Arslan yanında bulunan Türkmen kuvvetleriyle Orta Anadolu’ya çekildi. 30 Haziran 1097’ de Haçlıların yolunu kesmek üzere Eskişehir ovasına çıkan vadiyi kesti. Sultan, ovaya hakim bir tepenin üzerinde karargahını kurdu ki bu tepe daha sonra “Sultan Eyüğü” adını aldı. (2) Höyükler için o dönemde kullanılan “Eğik” kelimesi “Eğük, Eyük, Öyük,” ve zamanla “Höyük” şeklini almıştır.

            1147’de II. Haçlı Seferi sırasında Selçuklu ordusu, Eskişehir yakınında Sarı Su’yun Porsuk Nehri’ne karışmazdan önceki geçtiği ovada Haçlı ordusuna saldırdı. Haçlı ordularının Anadolu’ya gelişi Bizanslıları da memnun etmedi. Yerli Hıristiyanlar Haçlıların yağması yerine Türklerin istilasını tercih ettiklerinden, Haçlılara rehberlik eden Bizanslılar, Alman ordusunu Türklerin baskınına uğrayacak şekilde sevk ediyorlardı, Bizans İmparatorunun bu konuda Selçuklu Sultanı ile gizlice anlaştığı söylentileri yayılıyordu. 1162’de Bizans-Selçuklu sınırı Eskişehir-Seyitgazi hattı olarak anlaşma yapılsa da Türkmenler Sultandan bağımsız olarak Bizans içlerine sızmaya başladılar. Bizans’ın kendi içindeki çatışmalardan dolayı bu kesimde Türklerin işi kolaylaştı ve 1196’dan sonra bu yöreye hakim oldular. (2) 1147 yılında Haçlı ordusuyla yapılan savaşın İnönü civarında yapılmış olması, Çokçapınar köyü bölgesinin de bu tarihlerde sık sık el değiştiren yerler arasında bulunabileceğini göstermektedir, buraların o dönemde alperenlerin, dede ve babaların yerleştiği alanların içinde olması muhtemeldir. (1)            Doğudan çığ gibi gelen Moğol baskısı Türkmenleri kitleler halinde Batıya göçmelerine sebep oldu. Moğolların önlerinden kaçanlar, geldikleri yerler gibi köylere ve şehirlere yerleşerek yerleşik hayata geçtiler. Bunlar kırsal alanları bilmedikleri için şehirlere yerleşip zanaat erbabı olarak kent hayatında yerlerini aldılar. Daha sonra gelen ve göçebe hayatı yaşayan Türkmenler ise başlarında bulunan Türkmen Beğleri ve liderleri ile yeni yerlerde de kırsal kesimlere yerleşerek buraları şenlendirdiler. (2)

            Geniş ve heterojen kitlelerin önderliği, uzun süredir buralarda yaşamakta oldukları için diyar-ı Rum`u yani Bizans Anadolusunu çok iyi tanıyan Gazilerin elindeydi. Gaziler kendilerini burada evlerinde hissediyorlar, fethedilen toprakların ahalisi de onları tümden yabancı saymıyordu. Gazilerin getirdiği hayat tarzı, onlarla pek çok ortak yanı bulunan yerli halk tarafından kolayca özümlendi. 11. yüzyıl fütuhatlarından sonra ise, bu karma sınır boyu uygarlığı bütün Türk Küçük Asyasının belirleyici özelliği haline geldi. (3)

Uç vilayetler arasında olan Sultanönü, baba ve dervişlerin kendilerine bağlı olan Türkmenlerle beraber yerleşmek için tercih ettiği bölgelerin başında geliyordu. 1240-1261 yılları arasında Sultan Eyüğü-Kütahya arasında yerleşen göçmenlerin sayısı (200.000 çadır) 1,5 milyonu buldu. (2) M.H.Yınanç’a göre Emevi ve Abbasi akınları sırasında güvensiz olan orta Anadolu’daki köyler terk edildiği için Türkler burada yepyeni köyler kurmuşlar boy oymak veya köyü kuran aşiret reisinin ismini köylere vermişlerdir. O. Turan, orta ve batı Anadolu’da Türk evlerinin eski köylerin üzerine yerleşirken isimlerini değiştirerek kendi dillerinde yeniden isim koyduklarını belirtmiştir. (4)Eskişehir bölgesine yapılan eski yerleşim yerleri bilhassa Sündiken  dağlarının iki  kenarı   ile  Güney  Platoların  nispeten arızalı sahalarıdır. Eskişehir mıntıkasındaki yerli köylerin bütününe bakılırsa, bu köylerde yerleşme sahalarının seçilmesinde her şeyden evvel gizlen­mek ve nispeten yollardan uzak sahalara doğru bir kayma müşahe­de edilmektedir. Sarısu -Porsuk vadisinde eski kır yerleşmesinde yerleşime ve yer değiştirmeğe sebep olan diğer bir sebep bataklıklar ve dolayısıyla sıtmadır. (5)Kayı Boyundan olan Osmanoğulları, I. Alaaddin Keykubat zamanında Ankara’nın Batısında Karacadağ tarafına konup daha sonra 400 çadır ile Söğüt ve Domaniç civarına,  Selçuklu Uç Vilayeti olan Sultaneyüğü’ne, İnönü, Karacaşehir, Eskişehir, Bilecik, İtburnu gibi kasaba ve köylerine yerleştiler. (2) Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında şeyh, derviş ahi ve onların zaviyeleri ihmal edilmemiş hatta Osman Bey Ahilerle akrabalık kurup onları yanına almış, şehirde ve kırsal kesimdeki etki alanlarından faydalanmıştır. Osman Bey, çevresindeki Bizans tekfurları ile iyi geçinmek istiyor, İnönü Beyi ile daha fazla yakınlık duyuyordu. Osman Beyin Ahi şeyh ve dervişleri ile olan yakın ilişkisi beyliğin kuruluşuna mistik bir görüntü verdi. Osman Bey, devlet müjdesi olan meşhur rüyasını İtburnu köyündeki Zaviyede misafir kaldığı gece görmüştü. Osman Bey, Saltanat müjdesini veren Kumral Baba’ya onun isteğine uygun olarak köy bağışlamış, bunun nişanı olarak kılıç ve kendisine ait olan bir kupayı hediye etmiştir. Kumral Baba da burada bir Ahilik Zaviyesi kurmuş ve kendisine hediye edilen araziyi buraya vakfetmiştir. Zaviye kurulduktan sonra Osman Bey’in bağışladığı köy Kumral Baba adını almış ve yakınına kurulan Kara Ağaç köyüne de Türkmenler iskan edilmiştir. Bugün Zaviye Kumral Baba Türbesi olarak tanınmakta, Kara Ağaç ve Kumral Baba (Kovalıca) köylerine yakın, araziye hakim bir tepenin yamacında bulunmaktadır. (6)

Domaniç Beli’ndeki savaşın tarihi 1286, (7) 1287 (8) ve 1288 (9) gibi farklı yıllar verilmiş olsa da İnönü-Domaniç arasında kalan Dodurga ve Çokçapınar köyü civarı bu tarihlerde Osmanlı topraklarına katılmış olmalıdır. Dolayısıyla derviş gazilerin de bu tarihlerde veya az önce buralara gelmiş olmaları kabul edilebilir.

Anadolu’nun Türkleşmesinde etkili olan unsurlardan biri kuşkusuz Alperenlerdir. Alp, Türkçe''de kısaca savaşçı yiğit demektir. Eren ise evliyadır diyebiliriz. Alperen kelimesi, kültürümüzde savaşçı evliyalar için kullanılmıştır. Diyardan diyara gezerken, Allah ismini tebliğ etmek için insanlarla buluşmuş, yine bu ismin emrettiği şartlarda gerektiğinde kılıç kuşanmışlardır.

Özellikle köylerde yaşayanlar ve göçebe kitleler tasavvuf akımlarına mensup şeyh ve dervişlere ve onların tekke/zaviyelerine büyük ilgi gösteriyorlardı. Köprülü’nün de belirttiği üzere: “Tahta kılıçlarla kafirlere karşı harbeden, yanındaki bir avuç mürid ile yüzbinlerce kişilik düşman ordularını ezen, kaleleri alan, küfr diyarına kılıç kuvvetiyle İslamiyeti yayan bu savaşçı Türk mutasavvıfları, halkı derinden etkiledi.”

Anadolu’nun Türkleşmesinde en önemli isim hiç kuşkusuz Ahmet Yesevi ve tarikatıdır. O, Hacı Bektaş Veli’yi, Sarı Saltuk’u, Geyikli Baba’yı, Abdal Musa ve Horoz Dede gibi müritlerini bellerine tahta kılıçlar asarak Anadolu’ya göndermiştir. Türkmen topluluklarında başlıca iki insan tipi hâkimdir: Gâzi ve Veli tipi. Bunlardan birinci gruba girenler ülkeler fethetmişler, ikinci gruptakiler ise, alınan ülkelere yerleşmeyi, yerleşik bir toplum meydana getirmeyi başarmışlardır.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Anadolu’yu Türkleştiren Alperenlerin nasıl çalıştığını ve onlara Ahmet Yesevi’nin verdiği öğüdü şöyle anlatıyor: Ahmet Yesevi Anadolu’ya gönderdiği alp erenlere iman, Kur’an, hak, hukuk, adalet, usul, erkan, edep, cihat, vatan sevgisi tavsiye ediyor. Anadolu’ya gelen alp erenler bütün bu güzellikler yumağı ile geldiler. Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş olan Sarı Saltuk Dede Rumeli’nde, Abdal Musa Sultan Elmalı’da, Karaca Ahmed Sultan İstanbul’da ve Akhisar’da, Akça Koca Akyazı’da, Barak Baba Bigadiç’te, Hızır Samut Bozok’ta ,Yozgat’ta, Sultan Şüca Eskişehir’de, Hacım Sultan Uşak’ta, Taptuk Emre Sakarya bölgesinde, Geyikli Baba Bursa’da inançlarının, gelişip kök salması için çalışmışlardır.

Köyler kurarak yerleşik hayata geçen, hayvancılığın yanında tarım da yapan Türkmenlerin dışında göçebe hayatı yaşayan ve sadece hayvancılık yapan Türkmenlerin de bölgede kırsal alanlara yerleştiği görülüyor. (1) Batı Anadolu’nun fethi, bir bakıma Fatihlerden önce gerçekleşmiştir. Dönemi yaşayan Bizans’lı tarihçiler de bunu açıkça ifade etmişlerdir. Fetih ordularının bölgeye girmelerinden önce, Türkmen gruplarının yoğun bir şekilde Çadırlı yerleşime geçtiği ve Bizans’ın bu süreci çaresizlik içinde izlediği aktarılmaktadır. Kurdukları Zaviyeler Derbent teşkilatlarından önce birer güvenlik merkezleri gibidir.

Geçit, Derbent ve köprüleri bekleyen dervişlerin toplandığı zaviyeler bulunduğu gibi, rehberlik yapan dervişlerin toplandığı zaviyeler de vardı. Bunlar aynı zamanda asayişi de sağlıyorlardı. Hatta Anadolu Selçuklu Sultanları bu tür yerlerde zaviye kurulmasını sağlıyor vergi muafiyetini getiriyordu. Bu tür yerlerdeki dervişler Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük yardımda bulunmuşlar, özellikle uçlara, Bizans-Selçuklu sınırına, Bizans halkı tarafından terk edilen yerlere yerleşen Dede ve baba’lar, Türkmenleri buralara yerleştirerek Türk nüfusu arttırmışlar yerli halktan da İslam’a katılmalara sebep olmuşlardır. (6)

Tarihi metinler incelendiği zaman 14. ve 15. yüzyıla kadar olanlarda, şehir, kasaba ve köylerde veya yollar üzerinde kurulmuş olup içinde belli bir tarikata mensup şeyh ve dervişlerin yaşadığı ve gelip geçen yolcuların bedava misafir edildikleri belli kurumlara “zaviye” deniliyordu. 15. yy dan sonra ise yine zaviye kelimesiyle birlikte “Hankah, imaret, tekke, dergah, asitane” gibi terimler de yaygınlaştı.

Osmanlı ülkesinde zaviye üç ana kurumu kapsıyordu.

1-Herhangi bir tarikata ait olup içinde dervişlerin yaşadığı ve gelip geçen yolcuların bedava misafir edildiği binalardır. 15. yy’la kadar şehir, kasaba, köy ve yolların üzerinde olanların tamamı zaviye olarak değerlendiriliyordu. Bu yüzyıldan sonra abidevi çaptaki zaviyelere “imaret” de denilmeye başlandı. Köy ve kasabalarda bulunan küçük tekkelere ise zaviye denildi.

Şehirlerde mescit, medrese, hamam gibi mimari ünitelerin bir araya gelmesiyle oluşan külliyelere zaviye adı verildi.

Geçitlerde, derbentlerde ve yol üzerinde yolculara bir sığınak niteliğinde olup yiyecek, içecek ve yatacak yer sağlayan ufak misafirhanelere de yine zaviye adı verildi.

Zaviyeler 12. yüzyıldan itibaren büyük bir sadakatle İslamiyet ve tasavvuf alanında eğitim yapılan yerler odular. Toplumsal çalkantıların yaşandığı 13. yüzyılda ise göçmenlerin güvenli sığınağı haline geldiler.

Anadolu Selçuklu Sultanlarının Büyük Selçuklular gibi Sünniliği tercih etmeleri ülkenin büyük şehirlerinin ve bu arada Konya’nın Sünni tasavvufu yayan zaviyelerle dolmasına neden oldu. “Şehir dışındakilere ise Dede, Baba, Abdal” adı ile medrese eğitimi görmemiş din adamları yerleşiyor, göçebe kitlelerini yönlendiriyorlardı. Bunlar göçebeliği sürdüren veya henüz yerleşik hayata geçmemiş olan Türkmenlere öncülük ederken onların yaşam biçimi nedeniyle Sünni görüşün gereğini kusursuz uygulayamıyorlardı. Tasavvufi konulara yaklaşımları ise kentte öğrenim görmüş şeyhler gibi olmuyor konuyu en basite indirerek çevrelerine benimsetiyorlardı. Bu nedenle şehirdeki tutucu Sünni çevreler ve eğitimli şeyhler tarafından küçümseniyorlardı. Bu tip dede ve babalar zaviyelerini şehirden uzakta hatta köylerin dışında kuruyorlardı. Buraları aynı zamanda sürekli gelen göçmen Türkmenlerin konakladığı yerlerdi. Bu nedenle zaviyenin en önemli sosyal hizmeti “ayende ve ravendeye” yani gelene geçene konaklama yeri yemek sağlamaktı. Bu tür hizmetler zaviyelerde bedelsiz yapılıyor, gelen misafirin din ve etnik grubu sorulmuyordu. Babai isyanı, Moğol istilası ve Anadolu Selçuklu otoritesinin zaafa düştüğü yıllarda görülen güvensiz ortamda kırsal kesimdeki zaviyeler toplumu sadece dini bakımdan değil sosyal yönden de örgütleyen kurumlardı.

Medrese eğitimi görmeyen, günlük hayatta ve dini törenlerde göçmenlerle bütünleşen Şeyhler, Baba ve Dedeler, buralardaki yurt edinme ve uyumun her aşamasında konaklama, yer seçimi, yeni topraklardaki tarım usullerini öğrenme ve benimseme gibi her konuda onlarla birlikte çalıştılar. Bu kimselerin ölümlerinden sonra mirasçıları tarafından mezarlarının yanına yapılan zaviyelerle sürekli olarak göçmenlere konaklama hizmeti verildi. (6)

Adlarına Horasanlı Baba, Dede, Abdal, Sultan, Kalenderi ve Işık dediğimiz liderlerin yanında, Karaman, Germiyan ve Osmanlı çıkışlı savaşçı grupların içinde Emir’ler Gazi’ler ve Kurt’lar bulunmaktadır. Bu Derviş ve Gaziler, kurdukları Zaviye, Çiftlik ve İmaretlerinin yanında Eren’leşmişlerdir. Anadolu ve Balkanlardaki yerleşim yerleri isimlerini, o yerleri kuran, fetheden bu Horasanlılardan almışlardır. (11)

Birçok köy ve kasabada bulunan, isimleri dahi bilinmeyen bu derviş gazilerin mezarlarının yanında, üzerine türbe yapılmış veya yanıbaşındaki yıkılan zaviyesi hatırlanan adı bilinen pek çok tekke bilinmektedir.

Dodurga Beldesinde bulunan; Bulut Baba Tekkesi, Dolayköy Tekkesi, Manastır Tekkesi, Arapkızı Tekkesi, Eski Köy Tekkesi, çevremizdeki yerleşim yerlerinden Camili Köyü Tekkesi, Kandilli Köyünde Dede, Kovalca'' da Kumral Baba, Kütahya Seyitömer Beldesindeki Seyyid Ömer, İnönü Erenköy köyünde yağmur dualarına mezarları başına gidilen Baba ve Dede''ler, İnönü''deki Ahi Hoca, Mehmet Şeyh, Fetih ve yerleşim sürecinin önemli isimlerinden olan Sevindik Dede gibi Şeyh-Gazi, Ahi Baba, Dede, Baba olarak bilinen şahısların Zaviyeleri, Tekkeleri, Türbeleri gibi Çokçapınar Köyü Babadüzü mevkiinde bulunan isimleri bilinmeyen üç adet Baba mezarı da aynı mistik özelliği ve tarihi değeri taşımaktadır.

         Bozüyük Çokçapınar köyünde Babadüzü mevkiindeki tepenin uç noktasında, tepenin etrafını çepeçevre saran ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanılmış İstihkamların ortasında üç adet mezar bulunuyor. Mezarlarda yatan “Baba” ların, Selçuklu''dan Osmanlı''ya geçiş dönemlerinde bölgenin Türkleşmesi tarihlerde bölgeye gelen Horasan Erenleri, Alperenlerden oldukları tahmin ediliyor. İstihkamların orta yerinde, Baba mezarlarına yakın mesafelerde, etraftan devşirme taşlarla kuru örgü ile yapılmış bazı taş yığıntıları ve temeller mevcut. Bunlar, eski yapı kalıntısı olmadığından burada yapılmış olması muhtemel Zaviye kalıntılarına benzememektedir. Ahali tarafından da burada bir zaviye olduğuna dair böyle bir bilgi aktarılmış değildir. Bu taş yığıntılarının bölgeye yerleşen askerlerin sığınma yerleri veya top mevzisi olması muhtemeldir, bundan dolayı İstihkamların incelenmesi konusunda ele alınmalıdır.

         Hem dönemin fethedilişinin 800 yıllık izlerini taşıyan hem de Kurtuluş Savaşı’nın izlerini taşıyan bölgenin gerekli araştırmaların yapılmasından sonra 2863 Sayılı Kanun kapsamında “Babadüzü Tarihi Sit Alanı” olarak koruma altına alınması, bölgeye geciken bir hakkın teslim edilmesi şeklinde kabul görecektir.


Ali Osman GÜRCAN


Babadüzü mevkii Sit Alanı ilan edilerek Baba Mezarları ve Kurtuluş Savaşındaki İstihkamlar koruma altına alındı.


       Çokçapınar Köyü''nde bulunan ve Kurtuluş Savaşı''ndan izler taşıyan Babadüzü Mevkii Sit Alanı ilan edilerek koruma altına alındı. Eskişehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu''nun bölgede yaptığı araştırmalar neticesinde "Babadüzü Tepe Mevzisi"nin Sit olarak korunması gerektiğine karar verildi.

Bozüyük Muhtarlar Derneği Başkanı ve Çokçapınar Köyü Muhtarı Ahmet Tam''ın müracaatı üzerine incelemelerde bulunan Bilecik Müze Müdürlüğü Arkeologlarının ardından, geçtiğimiz Mayıs ayında Eskişehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Babadüzü mevkiinde inceleme başlattı. Kurtuluş Savaşı''nda kullanılan İstihkamların ortasında tarihi şahsiyetlere ait mezarların bulunduğu Babadüzü Tepe Mevzisinin korunması gerektiğine karar verilerek Sit Alanı olarak tescil edildi.

Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu sen yap

Yorum Yazın